Her insanın hem kendisiyle hem de başka insanlarla ilgili içselleştirdiği bir takım inanç ve düşünceleri vardır. Aktarım Odaklı Psikoterapi, işte bu inanç ve düşüncelerin kişiyi nasıl etkilediği üzerine odaklanan bir terapi türüdür.
Aktarım Odaklı Terapinin merkezinde kişinin yaşadığı olaylar ve karşılaştığı durumlar karşısında kendisini ve diğer insanları nasıl algıladığı, olan biteni hangi şekilde yorumladığı yer alır. Seanslarda ise danışanın çelişkili olduğunu fark etmediği ancak gündelik yaşamında özellikle de ikili ilişkilerinde benzer sorunlara kaynaklık eden düşünce örüntüleri ve duyguları ile çalışılır. Böylece kişinin daha sağlıklı ve sosyal yaşama uygun ilişkiler kurulmasına aracılık edilir.
Aktarım Odaklı Psikoterapinin amacı danışanın hem kendisiyle hem de diğer insanlarla ilgili birbirine tamamen zıt olan algı ve inançlarının sağlıklı bir şekilde bütünleştirilmesini sağlamaktır. Başka bir deyişle danışanın ruhsal yapısında “iyi benlik” ile “kötü benlik” ve “iyi öteki” ile “kötü öteki” temsillerinin entegre olmasına aracılık edilir. Böylece kişi gündelik hayatta yaşadığı olayları veya karşı karşıya kaldığı durumları çarpık bir şekilde değil olması gereken gerçeklikle algılamaya başlar.
Seanslar sırasında o an’a dek ifade edilmediği için tahammülsüzlük çatısı altında kendisine yer bulmuş duygular danışan tarafından fark edilir. Böylece aslında onu öfkelendiren şeyin kaynağını tanımaya ve yaşadığı olayları ruhsal açıdan sağlıklı bir şekilde anlamlandırmaya başlar.
Aktarım Odaklı Psikoterapinin bir diğer hedefi; kişinin yaşadıklarından ötürü sürekli başkalarını suçlamayı bırakıp artık kendi hayatının sorumluluklarını üstelenmesini ve gerçek yaşama ayak uydurabilmesini sağlamaktır. Aslında tam da bu sebeple Aktarım Odaklı Psikoterapi bir nevi ruhsal yapının içsel çalışmasıdır.
Aktarım Odaklı Terapi spesifik olarak borderline (sınırda) kişilik bozukluğu olan danışanlarda kullanılan bir terapidir. Ancak bu terapi, danışanın böyle bir düzeyde kişilik yapılanması olmasa bile gündelik yaşamda çeşitli sorunlara sebebiyet veren borderline kişilik örgütlenmesi varlığında da çok yarar sağlayan bir sağaltım şeklidir.
Borderline kişilik bozukluğu; kimlik duygusu, ikili ilişkiler, deneyimlenen hisler ve olayları yorumlama biçiminde tutarsızlık ile karakterize bir kişilik bozukluğudur. Buradaki asıl patoloji; kişinin özbenlik duygusu ve nesne ilişkilerini kurma şeklindedir. Yani böyle kişilerin özbenlikleri hem çok kırılgan hem de tümgüçlü niteliğe sahiptir. Benzer şekilde nesne ilişkilerinde de dengesiz tutumları vardır. Yani bir kişiyi bugün gün çok yüceltirken, diğer gün en ufak hastasından dolayı aşırı şekilde değersizleştirebilirler.
Borderline (sınırda) kişilik bozukluğu olan kişiler; kimlik kavramının hemen her boyutunda derin bir güvensizlik ve tutarsızlık gösterirler. Çünkü bu kişilerde sağlam ve bütünleşmiş bir kimlik duygusu gelişmemiştir. Bu yüzden sık sık tam olarak tanımlayamadıkları bir boşluk hissinden yakınır, işler istediği gibi gitmediğinde veya en ufak bir uyaran karşısında hemen hayal kırıklığına uğrarlar. Dolayısıyla günlük yaşamlarına kaygı, endişe, mutsuzluk, sinirlilik ve umutsuzluk gibi olumsuz duygular hakimdir.
Borderline kişilik bozukluğunda kimi zaman empati yoksunluğu ve riskli davranışlarla karakterize antisosyal tarzda davranışlar ortaya çıkabilir. Bu kişiler sonucunu düşünmeksizin dürtüsel bir şekilde hareket edebilir, özellikle stresli zamanlarda bağımlılık yapıcı maddelere yönelebilir, kendilerine zarar vermeye veya intihara eğilimli olabilirler. Öfke kontrolleri çok yetersiz oluğundan dolayı çoğu zaman en ufak bir eleştiriye bile tahammül edemeyip olanlara aşırı düzeyde tepki verirler.
Yalnız kalmaktan veya terk edilmekten endişelenme, borderline kişilik bozukluğunda sık karşılaşılan bir diğer ruhsal yakınmadır. Bu yüzden tabloya depresif belirtiler çok sık eşlik eder. Depresif belirtilerin görülme nedeni ise psikolojik açıdan esnek olmamaları, ikili ilişkilerde yaşadıkları hayal kırıklıkları ve sosyal yaşamda fazlaca hassas olmalarıdır. Bu kişiler stresi tolere etmekte başarılı olamadıkları için stresörle tetiklenen kaygı bozukluğu, depresyon, yeme bozukluğu, somatoform bozukluk, hipokondriyazis ve disosiyatif bozukluk gibi ruhsal hastalıklara diğer kişilere göre daha sık yakalanırlar.
Borderline Kişilik Bozukluğu olan kişiler yaşadıkları olayları veya sosyal yaşamındaki diğer kişileri ya hep iyi ya hep kötü olarak sınıflandırırlar. Onlar için her şey ya beyaz ya siyah olup, sanki gri hiç yokmuş gibi düşünürler. İyileri gereksiz yere yüceltir, kötüleri aşırı düzeyde küçültürler. Bu yüzden sürekli sevgi ve nefret duyguları arasında boğuşur dururlar. Üstelik kendilerine karşı tutumları da benzer şekilde acımasızdır.
Bu bozukluğun tek bir oluş nedeni yoktur. Ancak üzerine yoğunlaşılan temel neden psikodinamik faktörlerdir. Bakım verenlerden destek, ilgi görmeden büyümek; çocukken huzurlu olmayan bir aile ortamına sahip olmak; yetersiz disiplinle yetişmek; çocukluk yıllarında aşırı katı bir denetime tabi tutulmak veya cinsel, fiziksel ve duygusal bir çocukluk travması yaşamak; bahsi geçen faktörlere verilebilecek örneklerdendir.
Aktarım Odaklı Psikoterapi seansları 45 ile 50 dakika arasında sürer. Seansların sıklığı ise haftada 2 veya 3 kez olacak şekilde planlanır. Bununla birlikte seanslar iyi yapılandırılıp haftada bir şeklinde düzenlendiğinde; seans sıklığının haftada 2-3 kez planlandığı terapi süreçleriyle aynı yarar sağlanmış olur. Ancak bu terapide seans sıklığı haftada birden daha seyrek olduğunda terapi süreci amacına ulaşamamaktadır.
Aktarım Odaklı Terapi seanslarında terapist ile danışan arasında gerçekleşen aktarıma odaklanılarak danışanın gündelik yaşamda kullandığı ve sosyal ilişkilerini bozan çarpık düşünce sistemi anlaşılmaya çalışılır. Daha sonra bu düşünce sistemine aslında gelişim basamakları ilerlerken olması beklenen sağlıklı bakış açısı geliştirilmeye çalışılır. Bu çalışma esnasındaysa aktarım analizi gibi dinamik terapi yöntemleri kullanılır.